Kayıtlar

Varlıklar Atlası

 Tüm varlıkları gösteren bir varlıklar atlasımız olsaydı, onun adı " Bir varmış, diğerleri yokmuş… " olurdu. İnsan, sonu gelmeyen varlık âlemlerine mikro seviyede bakmaya alışkındır. Kendince keşiflerine de büyük resim adını verebilir. Oysa bahsettiği resim, çoğu zaman keler deliği kadardır. Yani, diğerleri denilen yoklardan yalnızca biridir.  Ancak fizik ötesi bir bakış açısı manzaraların tekilleştiğini fark edebilir, kevnî ahengi keşfedebilirdi. Şaşı gözler ise iddialarında ısrarcı kalırlar. Onlar da haklıdır. Gizli hazine kolay bulunmaz. Atlasın hangi sayfasında, haritanın neresinde, ne zaman?  Dünya gerçekliği arttıkça, daha fazla düşsel hal alır. Zira, özünde geçicidir ve her şey özüne yönelir. Nihayetinde yegane yaşam, birliğin ihtişamında gerçek varlığa şahitlik etmektir. Bu bir yolculuk gibi, lakin bu yolculuğun sonu yok. Çünkü, yolcu yok. Varlıkların aslı tektir ve aslolan dışında herhangi bir özne varlık bulamaz.  Zaman tecellileriyle örülü olan varlıklar atlasında

Gizli Özne

 Gerçek! Önce ve sonra. Tek, benzersiz ve yalnız.  Diri. Bilgi, ses ve ışık. İstek ve güç. Söz ve neden.  Uzak, aynı zamanda yakın. Bazen akıl, bazen hayal. Hiçbir şey, aynı zamanda her şey. Bilinmeyen, aynı zamanda bilinen. Soyut, aynı zamanda somut. Gizli, aynı zamanda açık. Hem hayır, hem evet. Gerçek, aynı zamanda gerçek.

Acınak

 Uzay karanlığında yüzen bir kürede yaşamak için gereksinimlerin her türüne rastlamadan önce, anne karnında nefes almadan iki yüz seksen gün uyumak! Yolcunun sevildiğini anlaması için de hangisinin daha şaşırtıcı olduğunu bilemeyeceği iki iç içe yuva.  Bilgi eyleme dönüşmezse 'sıra dışı' zamanla sıradanlaşır, sonunda öykü olur. İlk yuvadan ayrıldı, akan ikinci yuvadan ayrılmadan farkındalığı yakalamalı. İki barınak da geçici. Geçici olan her nesneyi yok saymalı, varılacak asıl bağ tanımlanmalı. Taşlara yayılan inatçı yosunların bağlandığı gibi acınaklı bir yeri son konut edinmemeli.  Varlık aşkın bir isteğin sonucu. Süreklilik onu gösterir. Seçmezler; yağmur toprağa iner, toprak her canlıya eli açıktır. Güneş yerleri aydınlatır, hava hep var. Bu koşulsuz iyilik, tarafından acınarak sevildiğin gizli özneden.

İkinci Doğa

 İnsanın, yaşam mücadelesinde doğaya kattığı fizikî ve psikolojik nesneler bütününe kültür adı verilir. Doğanın içinde ikinci bir doğa olan kültür, ekosistem veya toplam hayat tarzı olarak tanımlanabilir.  Kültür kalıtımsal değil, toplumsal etkileşimin sonucudur. Çevresel faktörlerin gölgesindeki iletişim yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılır. Gen aktarımı tüm canlı ve yarı canlılar için geçerlidir. İnsan öğesinin farkı ise dil aracılığıyla kültürel aktarımda da bulunuyor olmasıdır.  İnsanoğlunun dünya serüveninde elde ettiği ilk edinim 'yarın sorunu'dur. Bu nedenle yarınlar için fayda değeri taşıyan maddî birikimler oluşturmak ister. Dolayısıyla ve kendiliğinden kültürel açıdan da birikimler oluşur. Çeşitli iletişim enstrümanları ile bu birikimlerin nesiller boyu aktarımı sağlanır. Bilgi, his ve düşünce biriktirme etkinliği olan kültürler uygarlığı, uygarlık da insanı oluşturur. Şu da var ki, insanlık bu süreç için büyük bedeller ödemiş olmalıdır. Vahşi tabiatla temas sonucunda el

1913 Tarihli bir öykü

 Alman Edebiyatından çeviri olarak yayınlanan, imzasız ve 1913 tarihli Osmanlı Türkçesi bir öykünün Latin harfleri ile yeniden transkripsiyonu:  _ 86 _ “Kapat Gözünü Nine”nin Hikâyesi  “Kapat Gözünü Nine” akşamları ne zaman çocuklar usulca masanın etrafına toplanmış olursa o zaman gelir. Merdivenleri hiç gürültü yapmadan hafifçe çıkar. Kapıyı yavaşça açar. Büyük bir ustalıkla çocukların gözlerine bir avuç ince kum serper. Çocuklar derhal uyurlar. “Kapat Gözünü Nine” ayaklarının ucuna basarak gelir ve daima elinde tuttuğu değnekle çocukları okşar, öper. Artık onlar da derin bir uykuya dalmış olurlar.  “Kapat Gözünü Nine” çocukları çok sevdiğinden onlara hiç fenalığı dokunmaz. Bilakis daima iyilik eder. Gündüz uslu oturanlara, annesine eziyet etmeyenlere geceleri daima güzel ve tatlı rüyalar gösterir. O, her vakit çocukların uslu olduklarını ister. Bunun için de onlarla görüşeceği zaman daima uyutur. Çünkü çocukların en uslu zamanları uyudukları zamandır.  Çocuklar güzelce uykuya daldıkl

Masal Dünyalarına Giriş

" Mitolojiden firar eden ilk özgür düşünce masaldır. "  İnsandaki zihinsel süreçler iki tür zeminde sürdürülür; akıl ve hayal gücü. Akıl gerçeğin, hayal gücü ise gerçek ötesinin peşindedir. Akıl uzaklaştırır, ön çalışmalı ve kaygılıdır. Hayal gücü ise yakınlaştırır, ön çalışmasız ve sakindir.  Masalların hayal gücü ile tasarlandığı düşünülürse sözel biçiminde ilk bozulma, yazılı biçiminde ise ikinci bozulma gerçekleşecektir. Çünkü insanın iç dünyası hiçbir kalıba sığdırılamaz.  İç dünyada yaşayan özgür duyguların sözcüsü olan masallar, her çağda ve her yaşta insanın ilgisini çekmiştir. Aklî değil daha çok düşsel unsurlarla öne çıkan masal, bu yönüyle faydalı pek çok işleve sahip bir ürüne evirilebilir.  Sözel bir halk edebiyatı türü olan masalın genellikle informel olduğu düşünülse de öyle değildir. Olay, yer, uzam ve çözüm öğeleri ile kurgu gerçekleştirilir. Eylemler önceliklidir, betimlemeler çok azdır. Bu özellikleriyle masal bazen bir aksiyon filmi kadar sürükleyici olabi

Mānendikûh

 Osmanlı Türkçesinde kullanılan mānend-i kûh, Farisî kökenli bir terkiptir. “Dağ gibi” manasındadır. Mānend (gibi) ve kûh (dağ) sözcüklerinden oluşur. Özgün transkripsiyonu [ مانندکوه ] şeklindedir. “Mānend” ve “kûh” ayrı ayrı yoğunlukla kullanılsa da, Osmanlı yazınında tamlama olarak nadiren görülürler. Küçük ortografik nüanslarını ihtiva eden bazı örnek metinleri inceleyelim:  ... karşudan bir cinnî elinde bir gürz manendi kûh -ı Elbruz çıkageldi, heybetle bunlara soyleyüp, eyitti: “Bunda geldünüz?“ Şeyh azimet okuyup cinnîyi müsahhâr ve mutî itti. [1]  ... Ol hisâr-ı pür sükûh metânetü menâ-azze mānendi kûh we içinde olan süwārü piyâde embûh olub. [2]  ... Sipâh-ı adûdan kırılan  Yata bahr-ı hûn içre manend-i kûh [3]  ... Lenger-i ‘akl ile pâ-ber-câ iken mânend-i kûh  Şimdi şûr-ı ‘aşka bak deryâ gibi cûş eyledim [4]  ... Mânend-i kûh söyleyene ver cevâbını  Sen söyle sen işit demezem ey şebâb [5]  ... Kâmiyâ bâr-ı güneh mânend-i kûh -ı âhenîn  Vây hâle geçmese sûhân-ı istiğfârdan